Kimi izleyiciler, Suspiria’daki frapan renk kullanımı için, alaylı bir imayla; kırmızı renk bu filmden önce icat edilmemiştir, der. Freiburg’deki büyücülüğün kontrolündeki bir dans okuluna gelen Suzy’nin, bu ezoterik dünyaya adım atışı daha ilk sahneden sinyalini verir. Suzy ilk durağı olan otogarda doğal dünyanın renklerinden, taksiye bindiği an itibariyle, neon, verzikolar renklerin içine bir geçiş yapar.
Çoğu filmde bu tarz doğaüstü fenomenleri anlatmak üzere renk paletlerinin de benzer çizgide şekil aldığını görürüz. Dikkat etmemiz gereken asıl nokta, Suspiria’da renklerin mizansen unsuru olmaktan çıkıp anlatıcı rolüne geçişi. Öyle ki, renklerin yokluğunda, karakterleri kovalayan bu kötücül güç etkisiz oluyor. Sahne neredeyse bu paletin sayesinde form alıyor, örneğin, Suzy’nin okuldaki yaşadığı akıl ermez olayları bilirkişilerle tartışmaya gittiği sahnede, renkler doğal tonlarda tutuluyor. Aynı şekilde, okul yönetiminin, ya da daha doğru tanımıyla ‘cadıların’ gözlerinden uzak, Suzy ve Sara arasında geçen havuzdaki gizli saklı konuşmada renkler Technicolor esintisi taşımıyor. Bu mahrem sahnelerde büyünün kapsayıcı varlığı, renklerin noksanlığında hissedilmiyor.
Özellikle neo-noir filmlerde, Alman Ekspresyonizminin belki de uzatılmış bir mirası olarak, bu dokunuşlar sıklıkla senaryoyu perçinler. Fakat Suspiria’da bu etki sözgelimi bir naratif haline geliyor, farz-ı mahal, okulun yatakhane katını basan solucanların yuvalandığı kutular açıldığında doygun bir mavi, sahneye hakim oluyor, Cadı’nın varlığından seyirciyi haberdar etmek istiyor. Mavi, stilistik kaygılardan bağımsız, okulun yönetimindeki üçlüyü bildiriyor (Madam Markos, Blanc, ve Tanner)[1]. Gerçekten de, filmin son sekansında, Madam Markos’a giden kapıyı, mavi süsen çiçeği görünümündeki gizli bir kulp açıyor. Suzy sadece rengi takip etmek, onun buyruğunu dinlemek zorunda.
Gallant’ın dediğine göre Suspiria’da, renk ve hareket karakterlerin endişelerini yansıtmaktan ziyade, onların yerine geçiyor. [2] Dans Akademisi, Argento’nun bizzat kendisine göre “yaşayan bir organizma”[3] ve Markos’u son sahnede Suzy’nin öldürmesiyle bu organizma can veriyor. Tüm bu karambol, büyünün her daim ensesinde nefes aldığı hikayeyi, ekrana mavi, sarı ve kırmızı renk üçlemesiyle taşıyor.
Sahne dekorunun emeği bu anlatıda oldukça önemli. Bilhassa, aktrislerin içinde gezinirken adeta ufaldıkları yüksek tavanlı uzun kapılı prodüksiyonu, karakterlerin üzerinde bir bilincin domine ettiği bu canlı yapının bir uzvu gibi. Yapının aynı zamanda hibrid tasarımı da, bilinç akışına somut bir form kazandırıyor. İnsan zihninin girintili, köşeli, kıvrımlı yapısını taklit eden dizaynların yanı sıra, her salonun bir karakteri bulunuyor. Madam Blanc’ın odasındaki karışık desenli, çiçekli, feminen çizgileriyle, haşin tavırlı Madam Tanner’ın ders salonundaki geometrik, kuralcı çizgiler kendilerini tasdik ediyor.
Filmin sinematografisinden sorumlu Luciano Tovoli, primer (mavi, yeşil, kırmızı) renklere yoğunluğu verip daha sonra onları sarıyla ‘kirleterek’ günlük gerçekliğin dışına çıkarmayı hedeflemiş. [4] Korku filmlerinin hedef aldığı primatif hislere ulaşmakta, bu üç rengin proaktifliği ve vahşiliğinden; parlak sahteliğin izleyiciyi uzaklaştırma etkisinden tam verim almış. Tovoli’ye göre, Suspiria’yı izlerken bu renkli peri masalına adım adım çekiliyor, aynı zamanda, “Bu benim başıma asla gelmeyecek, çünkü ben hayatımda hiç böyle renkler görmedim.” diyorsunuz.
[1] Expressionist Use of Colour Palette and Set Design in Dario Argento’s Suspiria (1977) Giulio L. Giusti
[2] Chris Gallant, “In the Mouth of the Architect: Inferno, Alchemy and the Postmodern Gothic”, in Chris Gallant, op. cit., p. 22.
[3] Daniele Costantini, Francesco Dal Bosco, Nuovo cinema inferno. L’opera di Dario Argento, Milano, Nuova Pratiche Editrice, 1997, pp. 61-62, cited in: Giulia Carluccio, “Poetica dell’erranza. Flâneries,architetture, percorsi della visione”, in Giulia Carluccio, Giacomo Manzoli, Roy Menarini, op.cit., p. 62
[4] https://ascmag.com/articles/suspiria-terror-in-technicolor