Giallo ve korku sinemasının kült ismi Dario Argento’nun Suspiria (1977) filminin yeniden çevrimi nihayet ülkemizde vizyona girdi. Sadece korku severlerin değil sinemaya ilgi duyan büyük bir kesimin beğenisini kazanan, ismini en iyiler listesine yazdıran bir filmi başka bir yönetmenin bakış açısıyla izlemek hem filmi çeken hem de izleyen için belirsiz bir tehlike arz ediyor.
41 senede teknolojinin ve sinemasal dilin büyük değişikliğe uğradığını düşündüğümüzde haliyle beklenti de artıyor. Bu noktada orijinalin üstüne bir şeyler koyarak çıtayı yukarı taşımak, özgünlüğüyle öncülünü unutturmak en temel amaç olmalı. Şahsen bunu en iyi başaran yapımlardan biri The Fly (1986) filmidir. Body horror alt türünün en önemli temsilcilerinden olan David Cronenberg, kendi tarzının baskın dilini yeniden çevrimde kullanarak, orijinalinin açıklarını kapatmıştı. Suspiria filmine baktığımızda Luca Guadagnino da aynı amacı biraz fazla yerine getirmeye çalışıyor. Guadagnino’nun hatası da burada devreye giriyor. Argento yapımına filmden çok, edebi bir eser muamelesi yaparak hikayeyi gözünde bambaşka canlandırıyor ve açıkçası orijinaliyle ters düşmek için elinden geleni yapıyor. Kendi gerçekliğini yaratmaya çalışırken vaat edilen Suspiria’yı elinin tersiyle iterek yorumluyor. Bu açıdan baktığımızda 2018 ile 1977 versiyonunu zamansal olarak yer değiştirirsek büyük ihtimalle Argento yapımı için de benzer eleştiriler gelecektir. Çünkü bir esere yorum getirildiğinde özgün yapımla karşılaştırmaktan daha olağan bir durum yok. Özellikle de çoğu kişinin bildiği, sevdiği bir eser söz konusu olduğunda.
Argento’ya benzememek için elinden geleni yapan Guadagnino’nun tarz olarak daha çok Roman Polanski ve David Cronenberg’e benzetmek mümkün. Dram ile psikolojik gerilimi harmanlaması ve cinsel çağrışımlarıyla Polanski’nin, bedeni eğip bükerek insanın sınırlarını zorlamasıyla da Cronenberg’in adını anabiliriz. Argento şiddeti estetize ederken Guadagnino tam tersine Cronenberg’de olduğu gibi tiksindirmeyi tercih ediyor. Orijinal yapımda Goblin’in müzikleri sahneyle uyum içinde işlerken Guadagnino, Thom Yorke’un sakin müziğini garip hırıltılar ile sekteye uğratıyor. 1977 yapımı mekânsal olarak gotik dönemi ve Nazizm’i kendi çağıyla harmanlarken yeni versiyon 70’lerin politik dokusunu sergiliyor.
Orijinalde ön plana çıkmayan annelik kavramı 2018 yapımının temelini oluşturuyor. Eski versiyonda az da olsa birkaç erkek karakter varken yenisinde tek bir erkek karşımıza çıkıyor. İşin ilginci onu da ağır bir makyaj altında Tilda Swinton canlandırıyor. Masumiyetiyle bir pamuk prensesi andıran Susie Bannion karakteri ise Dakota Johnson ile daha kadınsı bir havaya bürünüyor. Aslında fiziksel olarak Susie’nin karakter tipine Chloë Grace Moretz daha uygun düşecekken Fifty Shades of Grey erotik film serisiyle ünlenen Dakota Johnson’ın tercih edilmesi masalsı havanın kırılmasını sağlıyor. Zaten film, en başından beri özellikle mekânsal olarak gerçeğe yakın bir distopya sunmayı amaçladığından doğru bir karar verdiğini söylemek mümkün.
Suspiria, özünde bir korku filmi olduğundan bu yönüne ayrı değinmek gerekir. Filmin belki de en başarılı kısmı olan dans koreografisinin gerilim öğesine hizmet ettiğini öncelikle belirtmek lazım. Dans sahneleri filmde gereğinden fazla yer alsa da zaman zaman korku öğeleri ile sertleşen adeta bir ayine dönüşen bu koreografi, yapımın en etkileyici tarafı. Dramatik işleyiş yoğun hissedildiğinden genellikle filme bir gerilim havası hâkimken korku öğesi sanki ayrı birer sekans halinde aktarılıyor. Baskın korku sahneleri korkutmaktan çok tiksindirme amacı güderek epizotlar arasında kopukluklara yol açıyor. Böylece film bittiğinde akılda kalanlar bütünlük sağlamak yerine parça parça zihinlere kazınıyor. 152 dakikalık bir süreye sahip olan bir film için hiç de olumlu bir iz bırakma metodu değil. Aksine ucuzlaşmamaya çalışırken B-filmin nimetlerinden faydalanmaktan geri kalmamak ile eş değer bir anlayış. Bir korku filminden beklentiniz birkaç rahatsız edici sahne görmekse uzun süresine rağmen beğeninizi kazanabilir.
Filmdeki renk ve ses kullanımına da değinmeyi çok isterdim ama kapkaranlık bir görüntü, ona eşlik eden yer yer boğuklaşan bir ses sistemiyle izlediğimden bazı detaylar benim için eksik kaldı maalesef. Onun için “beyaz perdede deneyimleyin” “kesinlikle sinemada görün” vb. tabirler kullanamayacağım. Eğer aynı işkenceye maruz kalmak istemiyorsanız sinema salonlarını iyi araştırıp gidin. Çünkü sorun görüntü yönetmeninde veya sizin gözlerinizde değil, ufacık ve kötü salonlara bu tarz filmleri mahkum edenlerde…
KÜNYE / IMDB: 7,3
Yönetmen: Luca Guadagnino
Senaryo: David Kajganich, Dario Argento, Daria Nicolodi
Oyuncular: Dakota Johnson (Susie Bannion), Tilda Swinton (Madam Blanc / Dr. Josef Klemperer / Helena Markos), Angela Winkler (Bayan Tanner), Mia Goth (Sara), Chloë Grace Moretz (Patricia), Elena Fokina (Olga), Jessica Harper (Anke)
Müzik: Thom Yorke
Görüntü Yönetmeni: Sayombhu Mukdeeprom
Kurgu: Walter Fasano
Ülke: İtalya, ABD