Yönetmenliğini Joel Schumacher’ın yaptığı Falling Down (Sonun Başlangıcı, 1993) adlı yeni kara filmde Michael Douglas, Robert Duvall ve Barbara Hershey gibi oyuncular yer alıyor.
William Foster, kavurucu sıcak ve trafik eşliğinde kızının doğum gününe yetişmeye çalışmaktadır. Sıradan bir Amerikan vatandaşı gibi görünen Foster bir türlü ilerlemek bilmeyen trafiğe, etrafında dolaşıp duran bir sineğe, gürültüye ve sıcağa daha fazla dayanamaz ve kendini dışarı atar. Arabasını trafiğin ortasında öylece bırakır ve yürüyerek yoluna devam eder. Zaten çileden çıkmış olan Foster’ın önüne birçok engel çıkar ve bu engellerin hiçbirine pabuç bırakmayacaktır.
Falling Down filminde iki karakter ön plana çıkıyor: Foster ve Dedektif Prendergast. İki karakter birbirinden ne kadar farklı gibi dursa da ortak noktaları silik olmaları… Filmin başındaki trafik sahnesinde Foster isyan ederek arabasından çıkıp giderken Prendergast ise trafiği olağan karşılar. Hatta bir reklam panosunun üzerine çizilmiş bir resme güler. Fakat Foster için trafik tam bir cehennem azabıdır. Daha ilk sahnede yolları kesişen bu iki karakterin bir günlük maceralarını film boyunca paralel kurgu eşliğinde izliyoruz. İkisi de kanunlara uyan dürüst birer vatandaş olmalarına rağmen kaybeden sıradan insanlardır.
Foster, eski karısını aramak ister. Fakat bozukluğu olmadığı için bir markete girer ve parasını bozdurmak ister. Marketin sahibi olan Koreli, parayı bozmaz ve bir ürün satın almasını ister. Foster, bu duruma sinirlense de Korelinin dediğini yapar ve Amerika’nın milli içeceği olan bir kutu Coca Cola alır. Fakat fiyatı umduğundan yüksek çıkar ve para bozulmasına rağmen telefonla konuşabilmesi için gerekli olan bozukluğa ulaşamaz. Bunun üstüne Foster, sinirlerine hakim olamaz ve marketteki ürünlere zarar vermeye başlar. Bir yandan da Koreliye ırkçı söylemlerde (Ülkeme geliyorsun, paramı alıyorsun, bari dilimi öğren! / Ülkem, ülkene ne kadar para veriyor, haberin var mı?) bulunur. Parasını ödediği kolayı, bozukluğu ve bir beyzbol sopasını alan Foster, yoluna devam eder. Bu sefer karşısına Latin bir sokak çetesi mensubu iki genç çıkar. Arazilerine girdiği için haraç isterler. Foster onları, beyzbol sopasıyla döver. Üzerlerinden çıkan bir bıçağı alarak yoluna devam eder.
Foster, ona maddi, manevi zarar vermek isteyen herkese karşı kendini savunur. Amerika’nın pratikte uygulanmayan kanunlarına ve ahlaki kurallarına aykırı davranan herkese şiddet uygular, aşağılar. Kendince derslerini verir. Amerika özgürlükler ülkesidir. Ama eğer burada yaşayacaksan, sular seller gibi İngilizce bilmen, mükemmel Amerika’ya ve onun gerçek vatandaşlarına saygı duyman gerekir.
Foster, filmin başlarında göçmenlere olan davranışlarıyla ırkçı bir kimlik çiziyor gibi olsa da, ilerleyen dakikalarda görüyoruz ki bütün Amerika’ya nefret kusuyor. Se7en (1995) filmindeki John Doe misali Amerika’nın bütün günahlarını cezalandırıyor. Sokaklarda rahatça gezinememek, fast food zincirlerinin hayal tacirliği yapması, farklı fiyat uygulamaları, zengin ve fakirlerin arasındaki uçurum, gizli psikopatlar, kötü bir öğretmen olan televizyon, rant peşindeki belediyeciler ve dillere destan gereksiz yol çalışmaları… Aslında bu sorunlar sadece Amerika’da değil, Türkiye gibi birçok ülkede de yaşanan sorunlar. Foster, günlük hayatta sıklıkla rastladığımız bu çürümüşlüğe şiddetle karşılık veriyor. Normal bir insanın geri planda tuttuğu ilkel benliğini, hiç gözünü kırpmadan eyleme dönüştürüyor. Aslında Foster’ın tek isteği kızına hediye ettiği veya etmek istediği at sembolleri gibi Amerika’da özgürce yaşayabilmek…
Foster’ın karısına, çocuğuna ve annesine karşı çizdiği baskıcı, bir o kadar da ürkütücü portre, ailesine zarar vermek istemese de onların Foster’ı yalnızlığa doğru itilmesine yol açıyor. Çünkü onun kendi kuralları vardır ve bu kurallara herkes uymalıdır. Fakat Foster’ın karısı Elizabeth’in çocuğunun zarar görmesini engellemek için boşanması ve babasına kızını göstermemesi de kırılma noktalarından biri oluyor. Ailenin çok önemli olduğu toplumsal kurallardan birini Elizabeth yerle bir ettiği için Foster çıldırma aşamasına geliyor ve işinden kovulmasıyla birlikte toplumdaki statüsünü kaybediyor. Hakketmediğini düşündüğü bu durum da onun etrafta sosyopat gibi gezmesine sebep oluyor. Film, kadına olan şiddetin sadece fiziksel değil duygusal ve sözel olarak da uygulanmasının insanı ne kadar olumsuz etkileyebileceğini de gözler önüne seriyor. Çünkü Foster’ın şiddete olan meyilinin aşama aşama artışı ve sonuçlarının tehlikeli boyutlara ulaşması karısına hak vermemizi sağlıyor. Buna rağmen Elizabeth’in koruma talebi için çağırdığı polislerin “senin hüsnü kuruntun” dercesine birer birer Elizabeth’i ve kızını yalnız bırakmaları da Amerika’daki kanun boşluklarından birini gözler önüne seriyor. (Bu açıdan Türkiye’deki durumun daha vahim olduğunu söylememe gerek yok herhalde.)
Foster’ın tam tersi bir karaktere sahip olan Dedektif Prendergast ise gayet uysal, esprili, hoşgörülü ve düşünceli bir insan olarak karşımıza çıkıyor. Filmin karamsarlığını bir nebze de olsa kırıyor. Fakat Prendergast, aynı Foster gibi toplumdaki değerini kaybetmiş, emekliliğe ayrılmadan önceki son gününü bitirip evine zamanında dönmek zorunda olan hırsızlık bölümünde masa başı çalışan bir memurdur. Sorunları olan karısının baskıcı kişiliği altında ezilen zaman zaman alay konusu da olan Prendergast’ın Amerika’da birbirinden bağımsız gibi görünen suç sarmalının peşini bırakmayıp olayı çözmek için çabalaması onun da kırılma noktalarından biri oluyor. Foster gibi kötüye giden bir dönüşüm yaşamasa da yavaş yavaş özgüvenini tekrar kazanıyor ve bağımsızlığını ilan ediyor.
Falling Down, gündelik sorunların insanı nasıl çileden çıkarabileceğini ve nelere yola açabileceğini izleyiciye gösteriyor. Fakat bu durumu tasvip edilemez bir şiddetle anlatarak dikkatleri üzerine çekse de izleyicinin, anti kahraman Foster ile empati kurulabilmesi sağlanamıyor. Zaten Foster’ın sağlıklı insan ilişkileri kuramadığını göz önünde bulundurursak izleyici ile de etkileşime geçebilmesi duygulara hitap edebilmesi pek mümkün değil. Böyle bir anti kahramana hayranlık duyulmasının önüne geçilmesi de yerinde bir karar olmuş.
KÜNYE / IMDB: 7,6
Yönetmen: Joel Schumacher
Senaryo: Ebbe Roe Smith
Oyuncular: Michael Douglas (William Foster / D-Fens), Robert Duvall (Dedektif Prendergast), Barbara Hershey (Elizabeth Travino), Rachel Ticotin (Sandra)
Müzik: James Newton Howard
Görüntü Yönetmeni: Andrzej Bartkowiak
Kurgu: Paul Hirsch
Ülke: Fransa, ABD, İngiltere