6 – 17 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilen 37. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen 10 filmden kısa kısa bahseden bir seçki hazırladım. Bazı filmlerin uzun eleştirilerine film isimlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Armomurhaaja (Euthanizer /Öldürücü 2017)
“Dünya Festivallerinden”
Teemu Nikki’nin yönetmenliğini yaptığı film, Kuzey Avrupa’ya özgü mizahı ve sivri karakterleriyle kara komedi türünde bir yapım. Film, karma felsefesi veya bizde daha çok bilinen tabiri kullanırsak “kısasa kısas” kavramını hayvanlar üzerinden işliyor. Pokot (İz, 2017) filmiyle tematik olarak aynı mantıkta işlemesine rağmen onun kadar didaktik değil. Şiddetin ve intikamın dozunu yavaş yavaş arttırarak ve işin içine aşk kavramını da katarak genel kitleye daha çok hitap etmeye çalışıyor.
Dhogs (Köpuzlar, 2017)
“Mayınlı Bölge”
Andrés Goteira’nın ilk yönetmenliği olan Dhogs filmini, tek kelimeyle ifade etmek gerekirse deneysel olduğunu söyleyebiliriz. Suç ve gerilim türlerini harmanlamaya çalışan yapım, birkaç kısa filmi birleştirmeye çalışmış gibi. Arada sinema seyircisini gösteriyor ve finalinde hikayenin bir kurgu olduğunu izleyicinin yüzüne vurmaya çalışıyor ama bütünlüğü sağlayamıyor. Vermek istediği mesajı izleyiciye aktarmayı başarmasına rağmen kısa metraja yakışabilecek bir senaryonun uzatılmış hali gibi bir izlenim bırakıyor.
Fleuve noir (Black Tide / Siyah Nehir, 2018)
“Vodafone Red Galaları”
Julia filminden 10 yıl sonra polisiye türünde Fleuve noir ile sinemaya geri dönen Erick Zonca, bir kayıp vakasına odaklanıyor. İdeal bir polis olmayan Komiser Visconti ve kaybolan çocuğun eski öğretmeni Bellaile arasındaki çekişmeyi anlatan film, finali haricinde sıradan bir polisiye. “Fransız Sineması”nın iki önemli ismi olan Vincent Cassel ve Romain Duris’i bir araya getiren yapım, oyunculuk performansları ve finali için beklentiyi yüksek tutmamak kaydıyla izlenebilir.
Holiday (Tatil, 2018)
“Mayınlı Bölge”
Isabella Eklöf’ün ilk uzun metraj yönetmenliği olan filmin çekimleri Bodrum’da gerçekleşti. Bir uyuşturucu çetesinin ailecek kısa tatilini anlatan filmin bomboş bir senaryosu olduğunu söylemek mümkün. Ne olacak diye bekleyip, tecavüz ve cinayet sahnelerine sırtını yaslayan bir filmle karşı karşıya kalıyoruz. Bir çete üyesinin sevgilisinin bakış açısından izlediğimiz yapım, mafyanın günlük hayatının önemsiz detaylarıyla bir süre sonra sıkıcı bir hal alıyor. Şok edici tabir edilen sahneler de filmi kurtaramıyor.
Kelebekler (2018)
“Türkiye Sineması 2017-2018 Ulusal Yarışma”
Gişe Memuru (2010) ve Sarmaşık (2015) filmleriyle dikkat çeken yönetmen Tolga Karaçelik’in son filmi Kelebekler, 30 Mart’ta vizyona girmişti. Festivalde Jüri Özel Ödülü ve En İyi Erkek Oyuncu Ödülü (Tolga Tekin) alan yapım, absürt bir aile hikayesi anlatıyor. Birbirlerinden kopmuş üç kardeş, babalarının bir telefonu üzerine memleketlerine geri dönerler. Absürt bir yol hikayesi gibi başlayıp kara mizahtan ödün vermeden dramatik bir konuyu işleyen film, halen vizyondayken izlenebilir.
Lowlife (Sefil Hayat, 2017)
“Mayınlı Bölge”
Ryan Prows’un ilk uzun metraj filmi olan Lowlife, dikkat çekici bir kara komedi. Uyuşturucu, fuhuş ve tefecilik gibi mafyanın bütün gereklerini yerine getiren kötülükteki acımasız Teddy Haynes’ın etrafındaki insanları anlatan filmde, herkes birer anti kahraman. Birbirinden alakasız karakterleri bir araya toplayarak kendine özgü bir dünya yaratmayı başaran film, absürt olmasına rağmen karakterlerle özdeşleşmemizi sağlıyor. Filmin garip bir şekilde hüzünlü bir tarafının olması, komediyi sekteye uğratmasına rağmen Tarantino tadındaki kurgusu ve karakterleriyle türün severlerini memnun edecektir.
Love Me Not (Sevme Beni, 2017)
“Mayınlı Bölge”
Yunan Yeni Dalga Sineması yönetmenlerinden Alexandros Avranas’ın çektiği Love Me Not hızlı ve sert tür geçişleriyle dikkat çekiyor. Dram ile başlayıp yeni kara filme evrilen ve korku filmigibi biten enteresan bir dramatik çizgisi var. Çocukları olmayan bir çiftin, taşıyıcı anne tutması ile başlayan yapım, karakterler arasında güç dengesinin sürekli değişmesini ve gücü elinde bulunduranın acımasızlaşmasını temel alıyor. Toplumun yozlaşmasını birkaç karakter üzerinden sert bir dille anlatırken Salò, or the 120 Days of Sodom (1975) ve Double Indemnity (1944) gibi klasik filmlerden de faydalanıyor.
Piercing (2018)
“Mayınlı Bölge”
Sakin ama ürkütücü bir tarza sahip olan The Eyes of My Mother (2016) adlı korku filmiyle dikkatleri üzerine çeken Nicolas Pesce, tür değiştirmeden fakat farklı bir anlatım diliyle karşımıza çıkıyor. Piercing (2018) filmi ile işin içine kara mizah ve giallo öğelerini katarak gayet eğlenceli ve şiddetli bir yapıma imza atıyor.
Sofra Sırları (2018)
“Türkiye Sineması 2017-2018 Ulusal Yarışma”
Ümit Ünal, son yönetmenliği olan Sofra Sırları ile Türk Sineması’nda pek de aşina olmadığımız, kadın bakış açısından bir kara komediye imza atıyor. Yaşama amacı yemek yapmak ve kocasını memnun etmek olan Neslihan’ın işlediği cinayetleri konu alan film, festivalde En İyi Senaryo (Ümit Ünal), En İyi Kadın Oyuncu (Demet Evgar) ve En İyi Kurgu (Osman Bayraktaroğlu) ödüllerinin sahibi oldu.
You Were Never Really Here (Hiçbir Zaman Burada Değildin, 2017)
“Vodafone Red Galaları”
Geçtiğimiz sene Filmekimi’nde gösterimi iptal edilen film, nihayet 37. İstanbul Film Festivali’nde izleyici karşısına çıktı. Festivalde kaçıranlar Başka Sinema kapsamında 25 Mayıs’ta vizyonda izleyebilirler. Ruh sağlığı pek de yerinde olmayan Joe, kiralık katil olarak geçimini sağlamaktadır. Küçük bir kızı, seks ticareti yapanların elinden kurtarması için görev verilir ve Joe’da elinden geleni yapacaktır. Film, Joe’nun geçmişinde yaşadığı travmatik olaylarla iç içe geçerek derdini anlatmaya çalışıyor. Joe’nun eli çekiçli bir tetikçi olmasının temelinde yatan asıl sebep, sanrılarından anladığımız kadarıyla aile içi şiddet. Yozlaşmış bir toplumun eseri olan siyasetçilere de ufaktan dokundurulmaya çalışılmış ama olayın derinine inilmemiş. You Were Never Really Here, karanlık atmosferiyle başarılı bir görsellik sunmasına ve ana hikayede genel olarak bir boşluk olmamasına rağmen kurgusal olarak sıkıntılı ve sanki bitmemiş gibi bir hissiyat bırakıyor.