Aksiyon, gerilim ve dramı buluşturan hapishane temalı filmler, insanın içini kararttığı kadar umut ve özgürlük vaat etmesiyle de izleyicilerin gönlünde ayrı bir yeri vardır. Hapishaneden firar sürecini anlatan filmler ise siyasi ve toplumsal eleştiri getirmesine rağmen yıllar geçtikçe bu tür yapımlarda, popüler kültüre daha çok hitap eden bir dil hâkim olmaya başlamıştır. Böylece zaman zaman dram yerini aksiyona bırakmıştır. Bu hafta vizyona giren Papillon (Kelebek, 1973) filminin yeniden çevrimi vesilesiyle aynı temaya sahip artık klasikleşmiş olan öncül filmlere kısaca göz atalım.
Kaçış filmlerine girmeden önce hapishane temasından genel olarak bahsetmek gerekir. Bu alt türe ait filmler, suçlu veya suçsuz ya da kirlenmeye müsait karakterler ile içimizdeki anti kahramana seslenirler. Toplumun dikte ettiklerini düşündüğümüzde hapishane hayatı da gündelik yaşamın adeta bir yansımasıdır. Uyulması gereken kurallar ve kontrolü elinde tutmak isteyenler vardır. Ama en kötüsü de kapana kısılmışlık hissinden kurtulamamaktır. İzleyici, özgürlüğünü kısıtlayacak bir deneyim yaşamasa bile bu tür filmlerle kolaylıkla özdeşleşir. Kendisini ana karakterin yerine koyarak zorbalarla savaşmak ve duvarları aşarak esaretten kurtulmak ister.
Hapishane temasını işleyen filmler, mahkeme süreciyle paralel bir hikâye kurabilir veya doğrudan cezası verilmiş kişiler üzerinden oradaki hayatın zorluklarını konu edinebilir. Birdman of Alcatraz (Alkatraz Kuşçusu, 1962) filmi, kendini insanlardan soyutlamış bir mahkumun yaralı bir kuş sayesinde hayata tekrar bağlanmasını anlatır. Neredeyse tamamı hapishanede geçtiğinden sistemi sorgulayan bir anlatım dili vardır. Brute Force (1947) ve Hunger (Açlık, 2008) gibi filmler ise isyan, açlık grevi gibi daha siyasi bir bakış açısı ile konularını işlerler.
Gerçek hayat hikâyelerine ağırlık veren hapishane filmleri, kaçılması neredeyse olanaksız olan hapishaneleri mesken tutar. En çok tercih edilen ise, Al Capone gibi acımasız suçluların kaldığı “Alcatraz Hapishanesi”dir. Birdman of Alcatraz ve Escape from Alcatraz (Alcatraz’dan Kaçış, 1979) en bilinen örnekleridir. Point Blank (Dönüşü Olmayan Yol, 1967) ve The Rock (Kaya, 1996) ise temelinde hapishane temalı olmasa da Alcatraz’ın imkânsızlığının cazibesine kapılan yapımlardır. 20,000 Years in Sing Sing (1932) ve Each Dawn I Die (1939) diğer bir meşhur hapishane “Sing Sing”de, Papillon filminin bir kısmı ise Fransız Guyanası’nda yer alan köpek balıklarıyla çevrili “Devil Island”da geçer.
Hapishaneden kaçış filmlerini; kaçış sürecini anlatan ve kaçtıktan sonrasını işleyen filmler olmak üzere iki kategoriye ayırmak mümkün. Öncelikle; hapisteyken hiç görmediğimiz ama firar etmiş olan mahkumlara odaklanalım. The Defiant Ones (Kader Bağlayınca, 1958), birbirine zincirli iki mahkumun gittikleri hapishane yolunda bir kaza olması sonucunda firar etmelerini anlatır. Tamamen tesadüfen gerçekleşen bu kaçış hikâyesini ilginç kılan detay ise mahkumlardan birinin siyah diğerinin beyaz olmasıdır. Film, ırk kavramı üzerinden eleştirel bir bakış açısı atarken peşlerindeki emniyet mensupları ve halkın perspektifinden de aynı kavramı gözlemlememize olanak tanır. Öznel kamera kullanımıyla aksiyon ve gerilim dolu bir giriş yapan Dark Passage (Karanlık Geçit, 1947) ise, suçsuz olduğunu ispatlamak için hapisten kaçan bir adamın hikâyesine odaklanır. 3 mahkumun kaçışıyla başlayan O Brother, Where Art Thou? (Nerdesin Be Birader?, 2000) filmi; ırkçılık, yerel seçim ve adalet sistemi gibi kavramları yan hikayelerle destekleyerek eğlenceli bir bakış açısı sunar. Hapishane duvarları içerisinde görmediğimiz bu karakterler, tam anlamıyla özgür olmamalarına rağmen klostrofobik ortamın etkisinden kurtulmuştur ve gelecek odaklı hareket ederler. Yol boyunca kazandıkları deneyimler ve kurdukları dostluklar çerçevesinde karakter değişimine uğrarlar.
Hapishaneden kaçış sürecini anlatan filmler; kapana kısılmışlığı ve özgürlüğe ulaşmanın çabalarını tasvir ettiği gibi kurallar dâhilinde yaşanan isteksiz sürece de tanıklık etmemize olanak sağlar. Esir kampında geçen filmlerde ise mahkum konumunda olan askerlerin özgürlük arayışının yanı sıra cesaret ve vatanseverliğe ek olarak vazgeçmeme özellikleri de ön plana çıkar. La Grande Illusion (Harp Esirleri, 1937) ve The Great Escape (Büyük Firar, 1963) gibi Nazi esaretinde sayısız kaçma girişiminde bulunan askerleri konu alan filmleri örnek gösterebiliriz.
Filmlere de konu olan Alexandre Dumas’nın intikam temalı Monte Cristo Kontu romanı hapishaneden kaçışa kısa da olsa yer verir. Suçluları düzeltmek, doğru yola sokmak için kurulan hapishanelere suçsuz biri girerse ne olur? Monte Cristo Kontu’nun 1975 ve 2002 uyarlamaları bu soruya cevap vermektedir. Aynı ana fikre sahip olan The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli, 1994) filminde de suçsuzken hapse atılan birey, kaçış planını yaparken intikam almaktan da vazgeçmez. Daha geriye I Am a Fugitive from a Chain Gang (Ben Bir Pranga Kaçağıyım, 1932) filmine baktığımızda da karakter belki intikam almaz ama adalete güveni kalmadığından ve zorlu mahkûmiyet koşullarından ötürü anti kahramana dönüşür. Çalmadığı birkaç dolar yüzünden hapse atılan masum karakter, filmin sonunda çalarak yaşamını idame ettirmek zorunda kalır.
Kahramanın suçlu veya suçsuz olması aslında hikâyenin ana temasını oluşturmaz. Un condamné à mort s’est échappé ou Le vent souffle où il veut (Bir İdam Mahkûmu Kaçtı, 1956) veya Cool Hand Luke (Parmaklıklar Ardında, 1967) filmlerinde olduğu gibi önemli olan vazgeçmemesi, umudunu kaybetmemesidir. Zorlu koşullarda yaşamını sürdürmek zorunda olsa da, travmatik anlar yaşasa bile hakkı olduğunu düşündüğü özgürlüğe ulaşabilmek için çabalamalıdır. Eğitimli veya eğitimsiz olması pek de mühim değildir, önemli olan pratik zekâlı olması ve her fırsatı değerlendirmesidir. İyi dostlar edinirken kötüleri alt edebilmelidir.
Bu tür filmlerde kötü karakter sayısı sınırlıdır; genellikle gardiyan, hapishane müdürü veya zorba bir mahkumdur. Gardiyan ve hapishane müdürü, yasaları ve kendisine verilen ayrıcalıkları kullanarak mahkûmlarla arasındaki güç dengesinde ibreyi kendine çevirmeye çalışır. Çoğunlukla gücünü, kısıtlamalar getirerek gösterir. La Grande Illusion’nda flüt yasaklanır, Escape from Alcatraz’da mahkumun resim yapması engellenir, The Shawshank Redemption’nda hapishane müdürü kitapları yakmakla tehdit eder ve müzik çalınması, hücre cezasıyla sonuçlanır. Aynı koşullarda yaşamasına ve kader arkadaşı olmasına rağmen zorba mahkum ise kahramanı zorlayan diğer bir karakterdir. Yaptığı vahşilikler ile adeta gövde gösterisi yaparak hayvanlar âleminde olduğu gibi liderliğini ve gücünü ortaya koymaya çalışır. Tüm engellemelere rağmen kahraman, moralini bozmadan kaçış planını gerçekleştirebilmek için çalışmalarına devam etmelidir.
Hapishaneden kaçış filmleri mahkumun kaçmayı başarıp başaramamasına odaklanıyor görünse de özgürlük, umut, dostluk ve kader gibi kavramları işlemesinden ötürü en derinlerdeki duygularımıza hitap eder. Hapishanenin vahşi dünyasından kaçıldığında bu sefer gerçek dünyanın zorluklarıyla mücadele edilir. Yüksek duvarlardan kurtulabilenler ya bir ormanı ya da zorlu bir denizi aşmak yani bu sefer de doğayla savaşmak zorundadır. Çoğunluğu gerçek bir hikâyeden uyarlanan hapishaneden kaçış filmleri, insanoğlunun doğasında imkânsız diye bir şeyin olmadığını gözler önüne serer.
Hapishane filmlerinde diğer önemli unsur ise kurulan dostluklardır. Aileden ve yaşadığı çevreden uzaklaşan bireyin hayatını sürdürebilmesi için yalnız olmaması gerekmektedir. Çıkar amaçlı başlayan arkadaşlıklar zamanla unutulmayacak dostluklara dönüşebilir. Papillon filmi bu durumun en iyi örneklerindendir. Fransızca kelebek anlamına gelen Papillon lakaplı Henri Charriere (Steve McQueen), hapisten firar edebilmenin tek yolunun para olduğunun farkına varır. Louis Dega (Dustin Hoffman) ise pek sevilmeyen bir mahkumdur ve kendisini para karşılığında koruması için Papillon ile anlaşma yapar. Ama yaşadıkları talihsizlikler, biraz da kader, onları birbirine bağlar ve uzun yıllar sürecek bir dostluğun temelini atarlar. Özgürlüğüne düşkün olan Papillon’un hapisten kaçma çabaları ise bu ikiliyi maceradan maceraya sürükleyecektir.
Hapishaneden kaçış filmleri, özgürlüğüne ket vurulmasından korkan insanoğlunun, anti kahraman aracılığıyla umudunu kaybetmemesini salık verir. Mücadeleyi elden bırakmayan, hayallerinden vazgeçmeyen karakterler ile izleyicinin özdeşleşmesi kolaydır. Bu tür yapımları, insanların hem kendinden hem de toplumun kurallarından kaçıp kurtulma psikolojisiyle paralel olduğunu düşündüğümüzde, hapishane temalı filmler çekilmeye devam edecektir.