James Cameron alametifarikası Terminator’ün son halkası Terminator: Dark Fate bu hafta yeniden sinema salonlarına uğradı. Özellikle serinin yaratıcısı James Cameron ve hayranların büyük bir özlemle beklediği başrol Linda Hamilton’ın projeye dahil olması elbette merakları ziyadesiyle cezbetti. Film, 1991 yılında çekilen Terminator: Judgement Day sonrası çekilen tüm filmleri yok sayıyor ve üçüncü film sıfatı ile arz-ı endam ediyor. İkinci filmi sonunda da hatırlanacağı gibi Kıyamet Günü engellenmiş, Skynet hiç var olmamıştı. Yıllar sonra gelen ve orijinal kadroyu toplayan bu “üçüncü” film ise geleceğin değişmediği ve alternatif bir kıyamet gününün ortaya çıktığının habercisi.
Bu sefer “Legion” adlı bir yapay zekâ, 2044 yılında Skynet’in başaramadığını başarıyor ve tüm dünyaya nükleer füze saldırısı düzenleyerek insanoğlunu ortadan kaldırma girişiminde bulunuyor. Elbette bu facianın gerçekleşmemesi için yine direnişten biri geleceği değiştirecek kişiyi korumak adına günümüze geliyor. “Legion” adlı yapay zekâ da tıpkı eski filmlerde olduğu gibi boş durmuyor, direnişin liderini ortadan kaldırmak adına bir makine gönderiyor. Böylelikle alışık olduğumuz olay örgüsü ile macera kaldığı yerden devam ediyor.
1991 yapımı ikinci film sonrasında çekilen hiçbir Terminator filmi ne hayranlara ne de eleştirmenlere istediğini verememişti. Peki bu ısrar neden diye sorulabilir. Bu filmdeki ısrar, evrenin yaratıcısı usta isim James Cameron’ın bir bakıma yeniden ipleri eline aldığı bir yapım olması. Filmde bu sefer direnişe liderlik edecek kişinin yerini John Connor’dan Natalia Reyes’ın canlandırdığı Dani Ramos adlı kadın alıyor. Bir otomobil fabrikasında çalışan, kardeşi ve babası ile sıradan bir yaşantısı olan Dani, elbette ileride ne denli büyük bir oluşumun liderliğine soyunacağını bilmiyor. Gelecekten gönderilen yok edici Rev-9’un onu öldürmeye çalışması ile hayatı altüst oluyor. Bir anda hayatına giren ve gelecekten bizzat kendisini koruması için gönderilen Mackenzie Davis’in hayat verdiği direnişçi asker Grace ise Rev-9’u ortadan kaldırarak Dani’yi korumaya amaçlıyor. Bu kovalamacada Grace’in en büyük destekçisi ise elbette Sarah Connor oluyor.
DİKKAT: YAZININ BU BÖLÜMDEN SONRASI FİLMİ İZLEMEYENLER İÇİN SÜRPRİZBOZAN İÇERİR.
Filmin açılış sahnesi özellikle 80-90’larda Terminator filmleri ile büyümüş nesil için oldukça duygusal ve bir o kadar kalp kırıcı denebilir. Giriş sahnesinde yer alan John Connor sekansı, tüm Sarah/John Connor mitosunu da yerle bir ediyor dersem yanılmış olmam sanırım. Bu sebeple filmin giriş kısmını bir kısmın seveceğini ama bir kısmın da (benim gibi) hayal kırıklığı yaşayacağını belirtmeliyim. Bu sekans ile filmde Connor’ı öldürmek için filmlerde gördüğümüz tek bir Terminator’un değil, pek çok yok edicinin gönderildiğini anlıyoruz. Görevini tamamlayan Terminator ise inzivaya çekilirken Sarah Connor oğlunun kaybı ile yaşadığı travma ve öfke ile geriye kalan Terminator’leri avlamayı kendisine misyon ediniyor.
Bu süreçte yeniden yazılan geleceğin yıkım işlevi Skynet yerine Legion’a geçiyor ve aslında ilk iki filmde olanların hepsini bir nevi çöpe atıyor. Çünkü görüyoruz ki John Connor ortadan kaldırılsa da kaldırılmasa da gelecekte makineler her şekilde insanoğluna karşı bir kıyım gerçekleştirecek. Bu anlamda hikâyenin devam etmesi adına böyle bir yola girilmesi mecbur gibi gözükse de nazarımda bu yeni gidişat fazlaca zorlama duruyor.
Bu yeni yazılmış gelecekte Legion’a karşı önderlik yapacak olan John’un yerine geçen kişi Dani adlı kadın oluyor. Dani’nin ileride nasıl bir gruba önderlik edeceğini bazı ufak sahnelerle görüyoruz. Gelecekten bizzat Dani tarafından gönderilen Grace ise donanımlı bir asker. Dani’ye bir nevi hayat borcu olduğu için kendisi gönüllü oluyor ve onu korumak için geçmişe dönüyor. Bu kısım da bir nevi Terminator (1984)’deki Kyle Reese – John Connor ilişkisini anımsatıyor. Grace, makinelerin dünyayı ele geçirmesinden sonra bir şekilde Dani sayesinde direnişe katılmış, eğitimli ve çevik bir kadın. İnsan gibi görünse de aslında “geliştirme” olarak adlandırılan bir nevi operasyondan geçirilmiş, yarı replika ya da sayborg denilebilecek bir yapıya sahip. Bu anlamda da Dani’yi koruma görevinde avantajlı yanlarını aktif olarak öne çıkarabiliyor. Grace’i canlandıran aktris Mackenzie Davis çok yerinde bir tercih olmuş. Üstelik hiçbir şekilde seksapaliteyi ön plana çıkarmayarak, tıpkı Linda Hamilton’ın Terminator 2’deki Sarah Connor’ı gibi güçlü kadın imajını ortaya koyması da büyük bir artı olmuş.
Dani’yi öldürmek üzere programlanan ölüm makinesi Rev-9 ise Robert Patrick’in Terminator 2 (1991)’de başarılı bir şekilde canlandırdığı T-1000’in çok daha gelişmiş bir versiyonu. Sıvı alaşımının yanı sıra organik yapısından ayrılabilen metalik ikincil benliği ile çifte tehlike arz ediyor. Marvel’ın başarılı televizyon dizilerinden Agents of S.H.I.E.L.D’dan hatırlayacağımız Gabriel Luna, Robert Patrick sonrası nihayet eli yüzü düzgün bir kötü sayborg performansı sunuyor.
Yıllardır oğlunun yasını tutan ve geride kalan Terminator’leri avlayarak hayatını geçiren yaşlanmış bir Sarah Connor ise Terminator 2’de bıraktığımız o güçlü ve donanımlı kadın imajını aynen korumakla beraber bir takım göze batan özelliklere bürünmüş. Sarah’ı sürekli mızmızlanan, konuşan ve yeni yetme asker Grace’in bile kale almadığı huysuz ihtiyar bir karaktere dönüştürmüş olmaları biraz can sıkıcı açıkçası. Ayrıca Arnold Schwarzenegger’in hayat verdiği ikonik T-800 ile karşılaşmalarındaki tepkiler, konuşmalar da çok yavan ve geçiştirilmiş. Öyle ki (yine kıyaslayacağım) Terminator 2’de T-800 ile ilk karşılaştığı sahneyi hatırlayınca bu gözüme istemeden de olsa daha yapay geldi. Elbette bu durum Linda Hamilton’ın özelinde değil senaryodan kaynaklı. Durum böyle olunca kendisine verileni hakkıyla oynadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Ayrıca aksiyon sahnelerinde hala yeni yetmelere taş çıkaran Linda Hamilton’ın kaya gibi sağlam iradeli Sarah Connor’ı yeniden bizlerle buluşturduğu için ne kadar minnettar olsak az.
Ve gelelim Terminator evreninin olmazsa olmazı emektar aktör Arnold Schwarzenegger’e. 2009 yapımı Terminator: Salvation’ı saymazsak (kendisi CGI olarak kısa bir sahnede yer aldı) hemen her filmde kendisine yer bulan Schwarzenegger bu filmin de en keskin noktalarından. John Connor’ı öldürdükten sonra misyonunu tamamlamış olan T-800 garip gibi görünse de bir aile kuruyor. Ormanlık arazideki bir evde karısı ve çocuğuyla (kendi çocuğu değil) hayatını sürdürüyor. Tüm bu süreçte her nasılsa Terminator tehlikelerine karşı da gizliden gizliye Sarah’ı uyarıyor ve yönlendiriyor. Bu kısım epey kafa karıştırıcı çünkü misyonu tamamlanmış bir T-800’ün gelecekten nasıl haberdar olduğuna, Rev-9’a dair nasıl bilgi edindiğine dair herhangi detaylı bir bilgi verilmiyor. Ancak her daim böyle bir olayın gerçekleşeceğini bilirmişçesine karısı ve çocuğu ile de vedalaşmayı ihmal etmiyor.
Bunun yanı sıra zaman içerisinde insanlarla empati kurma yeteneğine haiz olan T-800 maalesef pek inandırıcı gelmiyor. Sürekli Sarah Connor’ı anlıyormuş gibi gözüken, merhamet dolu ifadeler takınan bir sayborgun yıllar içerisinde bu tip insani değerleri alabilmesi şahsım adına göze batıyor. (Perdeci olmasını saymıyorum bile) Schwarzenegger’in işlevini yerine getirip aksiyon sahnelerinin hakkını vermesi ve Sarah ile yeniden buluşup bize nostalji yaşatması dışında hala Terminator’un yok sayılan bölümlerinde yer alan portresi ile karşımıza çıktığını düşünüyorum. Ayrıca artık bu bölümden sonra Schwarzenegger’in de Terminator dosyasını kapatması gerektiğinin sinyalleri fazlasıyla belirgin.
Filmin aksiyon sahneleri gayet sürükleyici. Miller bu anlamda iyi bir iş kotarmış. Sizi ilk saniyesinden son saniyesine kadar içine alıyor. Ancak görsel efekt olarak bir takım göz tırmalayan noktalar mevcut. Fragmandaki kadar korkunç detaylar elbette yok. Ancak yine de bu zamanda daha iyisi yapılabilir hissiyatı da uyandırmıyor değil. Tim Miller’ın bu bütçe ile bu konuda daha hassas davranması gerekirdi sanki. İlk iki Terminator filmine benzer çok tanıdık helikopter, fabrika alanı aksiyon sekansları mevcut. Filmde Amerika’nın güncel problemlerine de atıflar ihmal edilmemiş ve Meksika sınırı, mülteci konuları görmezden gelinmemiş. Grace’in bir sahnede Meksikalıları kast ederek “Keşke bu kadar kalabalık olmasanız” dedikten sonra Meksika kökenli Dani’nin “Keşke bu kadar beyaz olmasanız” diyaloğu yaşanan problemlere de en bariz gönderme niteliği taşıyor.
Filmde, Dani’nin karakter gelişiminin de oldu bittiye getirildiğini de fark edebiliyoruz. Tek filmle hızlı bir giriş yapılmak istenmesinden kaynaklı olsa gerek hanım hanımcık kendi halinde olan Dani kızımızın hızlı değişimi de “Neler oluyor?” dedirtiyor. Keza uzağa gitmeyelim, ilk Terminator filminde olaylar karşısında ne yapacağını bilemeyen, oradan oraya çığlık atarak kaçmaya çalışan şaşkın Sarah Connor’ın karakter gelişiminin yıllara yayıldığını hatırlayalım. Dani ise 10 dakika öncesinde kardeşi ve babası katledilmiş olmasına karşın hırslı, soğuk kanlı bir karaktere bürünmekte zorluk yaşamıyor. Bunun yanı sıra hayatında eline silah almamış olmasına karşın “ufak bir gaza getirme” ile kusursuz bir nişancıya dönüşüveriyor. En basitinden araba kullanmayı bile hızlandırılmış kurs misali oldu bitti ile çözüyor. Zaten Grace gibi donanımlı ve Sarah Connor gibi tecrübeli iki kadın karakter varken Dani’yi hızlı bir dönüşüm sürecine sokmak oldukça gereksiz bir hamle olarak göze çarpıyor. Bunda maalesef son yılların trendi olan sert kadın karakterleri öne çıkarma çabası ister istemez seziliyor.
Film nihayetinde büyük bir kapışma sahnesi sonrası Grace ve T-800’ün kendilerini feda ederek Rev-9’u ortadan kaldırmaları ile sonlansa da açık kapı bırakmayı da ihmal etmiyor. Filmin finalinde Sarah Connor’ın John’un yerini dolduracak Dani’yi eğiteceğini ve makinelere karşı hazırlayacağını anlıyoruz. Sonrasında üçleme olarak düşünülen filmin akıbeti elbette ilk filmin sağlayacağı başarı ile orantılı olacak. Keza hatırlarsanız Terminator: Salvation da Terminator: Genysis de üçleme olarak düşünülen ancak ön görülen başarı elde edilemeyince rafa kalkan projeler olarak biliniyor.
Her ne kadar nostaljik anlar yaşatsa da aksiyona doyursa da yeni bir şey sunmayan Terminator: Dark Fate’in bir üçleme olacak kapasitesinin olup olmadığı tartışılır. Bu saatten sonra James Cameron’ın bile kendi başyapıtına ilave bir şeyler bulmakta zorlandığını görebiliyoruz. Kendisi zaten 1991 yılındaki Terminator: Judgement Day ile “benim hikâyem bitti” demişti. Bunu neden dediğini de bu adeta kendisini tekrar eden filmden anlamak mümkün. 80’lerde bilim-kurgu adına bir devrim niteliği taşıyan Terminator günümüzde kendisini tekrar eden salt aksiyondan öteye gidemiyor, bu açık. Fazlaca ilk iki filmin ekmeğini yediği anlaşılan bu üçüncü film ile bir döneme damga vuran Terminator efsanesi belki de hatıralarımızda daha fazla sömürülmeden güzel bir şekilde kalsa daha iyi olacak.
KÜNYE / IMDB: 6,6
Yönetmen: Tim Miller
Senaryo: James Cameron, David Ellison, Josh Friedman, David S. Goyer, Charles H. Eglee, Justin Rhodes, Billy Ray, Gale Anne Hurd
Oyuncular: Linda Hamilton (Sarah Connor), Arnold Schwarzenegger (T-800 / Carl), Mackenzie Davis (Grace), Natalia Reyes (Dani Ramos), Diego Boneta (Diego Ramos), Gabriel Luna (Gabriel / Rev-9)
Müzik: Junkie XL
Görüntü Yönetmeni: Ken Seng
Kurgu: Julian Clarke
Ülke: Çin, ABD
1 Yorum
Thank you, this was a thorough review! I’ve included your work in our article about the movie: https://alkony.enerla.net/english/the-nexus/sf-f-nexus/film-review/terminator-dark-fate-movie-2019-film-review-by-kadmon