Yazan: Furkan Erkan
Frank Miller’ın aynı adlı grafik romanından uyarlanan ve Robert Rodriguez’le birlikte yönettiği Sin City (Günah Şehri), oldukça başarılı bir uyarlama olmasının yanı sıra, neo-noir türünde de nitelikli bir yapımdır. Bruce Willis, Mickey Rourke, Jessica Alba, Clive Owen, Rosario Dawson, Benicio Del Toro, Elijah Wood ve Michael Clarke Duncan gibi zengin bir oyuncu kadrosuna sahip olan Sin City’de, Quentin Tarantino da misafir yönetmen (Benicio Del Toro’nun yer aldığı araba sahnesi) olarak karşımıza çıkar.
Sin City’i kısaca özetlemek gerekirse film, Basin City adlı kurgusal bir şehirde geçen ve kendi kurallarını koymuş 3 vigilante (anti kahraman) erkek karakterin öykülerini konu alır. Senatörün istismarcı oğlunun elinden kurtardığı, 11 yaşındaki Nancy’i sonraki hayatında da korumaya çalışan ve yaşı gereği biraz zayıf düşmüş emekli polis Hartigan, aşık olduğu Goldie adlı hayat kadınının cinayetinden sorumlu kişiyi bulmaya çalışan Marv ve yolu şehrin çetinceviz fahişeleri ve eski aşkı Gail ile kesişen sorunlu özel dedektif Dwight… Şüphesiz hiçbiri kusursuz değildir. İhanete uğrayan, darbe alan, her zaman güçlü kalamayan ve doğruyu yapmak isterken yaptıkları hataların bedelini yaşarken ödeyen karakterlerdir bunlar. Kaderlerini ise hayatlarına giren kadınlar belirler. Bu özellikleriyle her birinin, meşhur kara roman yazarı Raymond Chandler’ın eserlerindeki (sinema uyarlamasında Humphrey Bogart’ın canlandırdığı) Philip Marlowe karakterini andırdığını söyleyebiliriz.
1991 yılında adını duyuracak meşhur eseri Sin City’i kaleme almış Frank Miller, eserlerinde insan doğasının karanlık tarafları üzerine eğilmesiyle ve bunları yoğun metinlerle desteklemesiyle bilinen, Watchmen’in yazarı Alan Moore’la birlikte grafik roman anlayışını ve felsefesini radikal biçimde değiştirmiş isimlerdendir. Miller bu kendine has imzasını Sin City dışında Daredevil, Batman gibi süper kahramanlar üzerinde de göstermiştir. Sin City önce tek bir hikayeyle başlasa da, ilerleyen yıllarda Miller, seriye birbirinden bağımsız yeni hikayeler ekler. Her bir hikaye, adeta kara film tadındadır. Sin City, bu bağlamda suç ve dejenereliğin hüküm sürdüğü, karakter ve mekanların yeraltı kültüründen beslendiği, şiddet ve erotizm açısından taviz verilmeyen ve görsel açıdan siyah beyaz atmosfere sahip 7 ayrı hikayeden oluşan bir seridir.
İşte Robert Rodriguez, bu serinin sinema uyarlamasını kurgularken, her bir hikaye için ayrı filmler çekmek yerine serinin içerisindeki 3 hikayeyi bir arada sunmuştur. Üstelik bunların hepsi öyle iç içe geçmiş, öyle paralel bir şekilde anlatılıyordur ki birbirinden bağımsız gibi duran karakterlerin hepsi, aslında aynı hikayenin içerisinde ama farklı zaman dilimlerinde karşımıza çıkarlar. Tıpkı Quentin Tarantino’nun Pulp Fiction’ı gibi.
Sin City’nin sinema uyarlamasındaki bir diğer alametifarikası da her açıdan çarpıcı gözüken sinematografisidir. Yönetmenlik ve kurgudan sonra görüntü yönetmenliğini de üstlenen Robert Rodriguez, grafik romanın atmosferini daha iyi yansıtmak adına, chiaroscuro adlı fotoğraf ve resim alanında bilinen bir tekniği kullanmıştır. Özellikle ünlü ressam Rembrandt’ın tablolarında rastlayabileceğiniz bu teknik, ışık ve gölgenin bir arada kullanılarak karanlık ve aydınlık arasındaki kontrastı yansıtmak için kullanılır. Rodriguez, sinematografide bu tekniği tercih ederek, hikayedeki karakterlerin siyah ve beyaz taraflarını ikonik bir şekilde birlikte sunar. Keza bu tercih, film noir ve uyarlandığı grafik romanın anlatılarını da aynı potada eritmiş olur.
Araya bir parantez açmak gerekirse, Zack Snyder’ın yönettiği Watchmen, genelde grafik roman uyarlamaları arasında en başarılı bulunan yapımdır. Ancak bana kalırsa, Sin City’i Watchmen’den ayıran en önemli yanı sinemaya uyarlanışı ve senaryolaştırılma şeklidir. Hatta bu salt Watchmen değil birçok grafik roman uyarlamalarıyla kıyaslandığında da ön plana çıkar. Örneğin Snyder, Watchmen’de ciddi anlamda büyük bir eseri neredeyse panel panel (film içerisinde plan plan) aktararak o eserin üstüne çok bir şey koyamamıştır. Ancak Rodriguez ve Miller’ın rejisinde, tamamen siyah beyaz bir renk paleti yerine bu atmosfer, yukarıda bahsettiğimiz teknik kullanarak oluşturulmuştur. Bazı sahnelerin mizansenleri, grafik romandaki panelleri birebir yansıtsa dahi, bir an bile sinema duygusunu kaybettirmez. Böylece Miller’ın eserinin önüne bile geçtiğini söyleyebiliriz filmin.
Sin City, suç, gerilim ve kara film janrlarını bir arada harmanlamış, tamamı siyah beyaz ve okuması biraz ağır olan bir grafik romanı, nitelikli ve özgün bir şekilde beyaz perdeye uyarlamış bir filmdir. Karakterler için yapılan makyajlardan, kostüm ve mekan tasarımlarına kadar film, prodüksiyon anlamında da esere sadık bir uyarlamadır. Oyuncuların karakterlerine kattıkları yorum ve derinlik de cabası. Ayrıca serinin ikinci cildiyle aynı adı taşıyan ve oradan uyarlanan A Dame to Kill for (Uğruna Öldürülecek Kadın) adlı, ilki kadar etkileyici olmasa da seyre değer bir devam filmi de var. Onu da izlemenizi tavsiye ederim.
KÜNYE / IMDB: 8,0
Yönetmen: Frank Miller, Robert Rodriguez, Quentin Tarantino
Senaryo: Frank Miller
Oyuncular: Mickey Rourke (Marv), Clive Owen (Dwight), Bruce Willis (Hartigan), Jessica Alba (Nancy), Benicio Del Toro (Jackie Boy), Nick Stahl (Roark Jr.), Elijah Wood (Kevin), Jaime King (Goldie / Wendy), Rosario Dawson (Gail), Devon Aoki (Miho), Alexis Bledel (Becky), Powers Boothe (Senatör Roark), Brittany Murphy (Shellie), Michael Clarke Duncan (Manute), Michael Madsen (Bob), Josh Hartnett
Müzik: John Debney, Graeme Revell, Robert Rodriguez
Görüntü Yönetmeni: Robert Rodriguez
Kurgu: Robert Rodriguez
Ülke: ABD