Kısa film yönetmeni Buğra Mert Alkayalar ile son filmi “Söylediklerine Dikkat Et” vesilesiyle tür sinemasının festivallerdeki durumu, kısa film yapım süreci, Türk korku-gerilim sinemasının geleceği gibi konulara değindiğimiz bir röportaj gerçekleştirdik.
Kısa filmlerinizde tür sinemasına öncelik veriyorsunuz. Çalışmalarınızdan ve kendinizden kısaca bahseder misiniz?
Korku ve gerilim türlerine çok küçük yaştan gelen bir ilgim var. Her ne kadar küçük yaşlara uygun görülmese de kült diyebileceğimiz korku filmlerini zevkle izleyerek büyüdüm. Tabii bunda beni sinemayla tanıştıran ve hayatımın bir parçası yapan babamın payı oldukça büyük. Sinema-TV okumaya karar vermeden önce de korku-gerilim-gizem türlerinde kısa hikayeler yazıyordum. Şimdi ise senaryolarım bu türler üzerinde şekilleniyor. Bu türlerde yaratıcı ve yetenekli olduğumu düşündüğüm için de kısa filmlerimde de korku ve gerilime ağırlık veriyorum. Özellikle kısa bir süre önce post prodüksiyon süreci tamamlanmış olan “Söylediklerine Dikkat Et” adlı kısa filmimizde tamamen korku türüne ağırlık vermeye çalışarak ülkemiz topraklarından beslenen bir hikaye ortaya koydum.
Son dönem Türk korku sinemasında genel olarak “cin filmleri” diye tabir edilen İslami temellere dayanan alt türe, hem yönetmenler hem de izleyici yoğun ilgi gösteriyor. Yerli korku sinemasının bu gidişatı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Böyle bir pazarın oluşması genç sinemacıları umutlandırıyor mu yoksa türe olan güvenlerini sarsıp kaygılandırıyor mu?
Bu konu ne yazık ki beni de uzun zamandır rahatsız ediyor. Dini ögeleri kullanarak korkutmak bizim sinemamıza özgü bir durum değil ancak bunu nasıl yaptığımız çok önemli. Ayda bir karşımıza çıkan “cin filmleri” kaliteli olma derdinden uzak, jumpscare ve yüksek ses ile korkutma üzerine temellendirilmiş filmler olmaktan öteye gidemiyor ne yazık ki. Peki nasıl bu kadar gişe geliri elde ediyorlar? Genel izleyici kitlesi kendisine yakın hissettiği dinden otomatik olarak etkilenip korkabildiği için ne olursa olsun izliyor. Çok da şaşırtıcı bir durum değil ne yazık ki. Sınırlı sayıda birkaç yönetmen dışında da bu konfor alanından çıkan yok ne yazık ki. Hal böyle olunca ülkemizin korku sineması da kalitesiz gişe filmleri olmaktan öteye gidemiyor. Ancak bu durum beni ve benim gibi olanları daha çok cesaretlendiriyor çünkü orijinal bir iş ortaya çıkarma şansımız artıyor. Özellikle “cin” teması dışında bu toprakların efsanelerinde ve mitlerinde pek çok doğaüstü hikaye ve varlık mevcut. Umarım en kısa zamanda ülkemiz korku sinemasında gidişatı değiştirebiliriz.
Yurt dışında korku, bilim kurgu gibi türlere odaklanan birçok festival düzenleniyor. Türkiye’de festivallerin tür sinemasına olan bakışı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çokça üzüldüğüm bir duruma değindiniz. Ülkemizde ne yazık ki tür sinemasına özellikle festivaller açısından önem verilmiyor. En iyileri dahil olmak üzere filmleri genel bir değerlendirmeye tabii tutuyor. Hal böyle olunca korku, bilim-kurgu gibi türleri içeren filmler genellikle eleniyor ve seçilmiyor. Ben de 3 senedir yaptığım kısa filmlerle aynı sorunu yaşamaktayım. Yurt dışında elbet takdir görüyorsunuz ancak ülkemizde dram türü her zaman öne çıkıyor. Korku ve bilim-kurgu gibi türlere kesinlikle kendilerine özgü festivallere sahip olmalı ya da en azından başlangıç için festivallerin türlere göre ayrı bölümleri olmalı. Umarım yakında böyle çalışmalarla karşılaşabiliriz.
Koronavirüs dolayısıyla birçoğumuz eve kapanmak zorunda kaldık. Bazı film festivalleri salgın dolayısıyla iptal olurken bazıları ise kısıtlı da olsa online olarak bu süreci atlatmaya çalışıyor. Kısa filmciler bu süreçten nasıl etkilendi? Siz şu aralar neler yapıyorsunuz?
Ne yazık ki tüm dünyayı olumsuz etkileyen bir olayla karşı karşıya kaldık. Online festival fikri oldukça mantıklı ve güzel bir etkinlik diye düşünüyorum. Ben de bu süreçte “Evde” adlı iki dakikalık bir kısa film çektim. Bu filmim ile katıldığım online festivaller de oldukça keyifli geçti ve büyük moral oldu. Özellikle ülkemizde pandemide film çekme yarışmaları takdir edilesi. Hepsi eşit derecede iyi olmasa da böyle yaygın bir şekilde yarışmaların düzenlenmesi birçok genç sinemacıyı film yapmaya teşvik etti. Evde tek başına bir film yapmaya çalışmak hem güzel bir deneyim hem de yaratıcılığın sınırlarını zorlayan güzel bir olay. Ayrıca “Evde” adlı kısa filmim dışında da yakın zamanda yeni bir kısa film çekme planlarım mevcut.
Dijitale geçildikten sonra kısa film çekmek kolaylaştı. Artık cep telefonuyla bile film çekilebiliyor. Peki, günümüzde kısa filmcilerin en büyük sorunları neler?
Öncelikle ne olursa olsun iyi bir kısa film çekebilmek için 6-7 kişilik bir ekibe ihtiyaç olduğunu savunuyorum. Bir ekibi bir araya getirmek cidden zor bir olay. Bu da bizleri direkt olarak bütçe meselesine götürüyor. Bütçe en büyük sıkıntı haline geliyor. Her ne kadar telefonla çekim yapılabiliyor olsa da ışık kullanımı, ekip, oyuncular, sanat-dekor vs. belirli bir bütçe gerektiriyor. Size inanan ve güvenen insanlar varsa gönüllülük ile çalışarak bütçe sıkıntısı bir nebze azalabiliyor ancak ne olursa olsun küçük de olsa bir bütçenin olması gerekiyor. Kısa filmcilere yardım olanakları da ne yazık ki ülkemizde oldukça kısıtlı. Haliyle gelişen teknolojiye rağmen iyi bir kısa film yapabilmek için çokça emek vermeniz gerekiyor.
En son filminiz için Fongogo’dan bağış topluyorsunuz. Süreç umduğunuz gibi ilerliyor mu? Bütçe ve ekipman bulmak adına fon, dernek ve çeşitli platformlardan yeterli desteği sağlayabiliyor musunuz?
Önceki senelerdeki başarısız Fongogo denemelerimden sonra pek umutlu değildim açıkçası. Hatta bu sebepten dolayı yardım sınırını ihtiyacımız olanın oldukça altında belirledik. Ancak birkaç gün içinde belirlediğimiz sınırı geçtik. Bu durum bizleri oldukça mutlu etti. Buradaki en büyük etkenin ise destek alamadığımız projelerimizin güzel başarılar elde etmiş olması olduğunu düşünüyorum. İnsanlar haklı olarak geçmişteki başarılara göre destek vermek istiyor.
Ekipman bulma konusu yakın çevre ve öğrenim gördüğüm Anadolu Üniversitesi tarafından bir şekilde çözülüyor olsa da bütçe her zaman en büyük sıkıntı oldu. Yazdığım senaryolar ve sahneler bile ne yazık ki kısıtlı bütçeye göre şekillenmek zorunda kalıyor. Kaldı ki korku-gerilim türleri normalde seçilmiyorken çekim öncesi desteği almak iyice imkânsız bir hale geliyor. “Neden Olmasın?” adlı gerilim-gizem filmimizde de sosyal bir mesele olmasa destek alamazdık diye düşünüyorum. Umarım ileride bu düşüncelerimde haksız çıkarım.
Kısa filmler aracılığıyla sesinizi, tarzınızı duyurabildiğinizi düşünüyor musunuz? Yoksa sektörel anlamda bir yerlere gelebilmek için uzun metraj şart mı?
Eskişehir’de öğrenim gördüğüm için ne yazık ki öğrenimim boyunca sektörde deneyim kazanma şansım olmadı. Ben de bunun etkisiyle kısa film projelerim üzerine çalışmaya başladım. Azmim sayesinde üç sene içinde pek çok film çektim ve bazı başarılar elde ettim. Çalışmalarımı takip eden küçük bir kesim tarafından korku-gerilim sineması üzerine çalıştığım biliniyor. Bu da beni oldukça mutlu ediyor. Son filmimiz “Söylediklerine Dikkat Et” de şimdiden izleyenlerin yorumları ile bizleri mutlu ediyor. Umarım festivallerden de olumlu dönüşler alırız. Tabii burada bahsettiğim yurt dışında spesifik olarak korku türü üzerine yapılan film festivalleri. Bu sefer türüne uygun festivallere ağırlık veriyorum.
Elbette kısa film ile devam edilebilir, bu da bir tercihtir ancak benim için uzun metraja hazırlık süreci. İleride yine kısa filmler yapmayı istesem de uzun metraj korku-gerilim-gizem filmleri yapmak en büyük hedefim. Sektörel anlamda bir yere gelmenin ise bir şartı olduğunu düşünmüyorum. Bence tamamen şansa ve koşullara bağlı bir durum.
Tarz olarak uyuştuğunuz veya izlemekten keyif aldığınız yönetmenlere örnek verebilir misiniz? Yerli veya yabancı korku, gerilim ve bilim kurgu edebiyatından takip ettiğiniz yazarlar var mı?
John Carpenter ve Wes Craven favori korku filmi yönetmenlerimdendir. Filmlerini izleyerek büyüdüm. Bu noktaya gelmemdeki etkileri oldukça büyük. Korku dışında ise Steven Spielberg ile Tim Burton yaratıcılık konusunda örnek aldığım yegâne yönetmenlerdendir. Günümüzün başarılı isimlerine bakacak olursak James Wan, Ari Aster ve Jordan Peele ilgiyle takip ettiğim korku-gerilim sineması yönetmenleri oluyor.
Edebiyatımızda korku-gerilim türlerinde Mehmet Berk Yaltırık’ı oldukça başarılı buluyorum. Özellikle bu topraklardan en iyi şekilde faydalanıyor olması etkileyici. Yabancı edebiyatta ise Edgar Allan Poe, H.P. Lovecraft, Stephen King, Peter Straub, H.G. Wells ve Dean Koontz severek okuduğum ve usta olarak gördüğüm korku-gerilim-bilim kurgu yazarları.
Karanlık Sinema olarak kıyıda köşede kalmış filmlere önem veriyoruz. Sevdiğiniz ve hak ettiği değeri görmediğini düşündüğünüz birkaç filmi okuyuculara tavsiye edebilir misiniz?
Çok güzel bir uygulama olmuş. Tabii benim de başarılı bulduğum sessiz kalmış filmler mevcut, aklıma gelenler şimdilik şu şekilde:
-Grave Encounters (2011)
-Devil’s Pass (2013)
-As Above So Below (2014)
-A Cure for Wellness (2016)
-Gretel&Hansel (2020)
Katıldığınız için çok teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda başarılar ve kolaylıklar dileriz.
Bu güzel röportaj için ben teşekkür ederim. Çok teşekkürler. Size de kolaylıklar dilerim.