Bir köpeğin bir evden başka bir eve sürüklenirken bu süreçte işlediği cinayet ve teşebbüslerini anlatan Baxter (1989), bir Fransız filminden beklenilebilecek felsefi yaklaşımı içinde barındırıyor. Dünyaya uyum sağlama ve varoluşunu anlamlandırma çabaları, rahatlıkla bir insanla karşılaştırılabilecek bir biçimde konumlandırılıyor. Şahsen benzer bir hikaye evlat edinilen bir çocuk üzerinden de anlatılabilir ve küçük değişiklikler ile olay örgüsünün içine yedirilebilirdi. Bu açıdan yaklaştığımızda filmin kült statüsüne erişebilmesinde köpeğin kişileştirilmesindeki başarısının çok büyük bir payı var.
Yapım bazı kaynaklarda korku filmi olarak nitelendirilse de gerilim türüne daha yakın olduğunu ifade etmek mümkün. Cinayet işleyen Baxter’ı iş üstündeyken görmüyoruz ve ortalık kan revan olmuyor. Ya da köpeğin içine şeytani bir ruh girmesi gibi doğaüstü olaylar yok. Ama Baxter’ın iç sesinin izleyiciye aktarılması ve cinayet planı kuran bir köpeğin ruh haline tanık olmamız, bu şekilde değerlendirilmesinde etkili olmuş sanırım. Fakat filmin sonuna doğru Baxter’ın da belirttiği gibi aslında o cinayet işlemez. Sadece kendisini tehlike altında hissettiği zaman öldürür. Yani filmde köpek insanlaştırılmaya çalışılır ama o hayvani içgüdüleriyle hareket etmektedir. İnsanlarda olduğu gibi iyilik ve kötülük arasında bir seçim yapmak zorunda değildir. Varoluşu tehlikeye girdiği anda doğasının gerektirdiğini yapar. Fakat bir köpeğin yapacağı gibi ısırmak ve saldırmanın aksine merdivenden düşürmek gibi farklı yöntemler izler.
Baxter ile paralel olarak gösterilen karakterlerden biri olan Charles ise 10’lu yaşlarında Hitler hayranı bir çocuktur. Baxter’ın son durağı olan Charles ile aralarında farklı bir ilişki olur. Onun faşist, sevgisiz ve baskıcı tavırlarına saygı duyan Baxter, küçük çocuğa hayranlık besler. Baxter’ın hoşuna giden güçlü duruş bir süre sonra kontrolden çıkar. Hitler ile özdeşleşen Charles, güç sarhoşluğu yaşarken köpeği Nazi askeri gibi eğitimden geçirir. Ama işler ikisi için de umdukları gibi gitmez. Baxter’ın hayatı sürekli değişen güç dengeleri üzerine kuruludur, onu sahiplenen aileler arasında da dengeler değişir, dönüşür. Charles’ın Baxter’a benzer bir hayale sahip olması ise insanlaştırılan köpek yerine köpekleşen bir çocuk izlenimi bırakır.
Baxter filmi ne çocuk filmlerindeki arkadaş canlısı sevimli köpekleri çağrıştırır ne de Cujo tarzı ağzından kanlı salyalar akan korkutucu bir köpeği. Kendi doğasını keşfetmeye çalışan bir köpek ile mutsuz ve çevresine yabancılaşan insanları anlatır. Cinayet teşebbüslerini göstermeyen filmin son işlenen cinayette bu kuralı yıkması finali daha etkileyici kılmak adına olabilir. Fakat yeni bir döngünün başlangıcı olarak yorumladığım finalde, insan doğasının dehşetinin daha ürkütücü olduğu varsayımında da bulunabiliriz.
İlk bakışta pek benzemese de Baxter’ı izlediğimde aklıma gelen başka bir filmi de yeri gelmişken tavsiye edeyim. İnsana özgü bir kavram olan ırkçılığın empoze edildiği bir köpeği anlatan White Dog (1982) ilginizi çekebilir ve hatta Baxter’dan daha etkileyici bulmanız mümkün. Tek bir soruna, yani ırkçılığa sert bir dille odaklanması White Dog’u daha güçlü kılıyor. Baxter’ın ise aile, yalnızlık, varoluş, şiddet, faşizm gibi birçok kavrama eleştiri getirmesi, kısa süresiyle birleşince anlatmak istediklerinde zaman zaman eksiklik hissetmenize yol açıyor. Yine de insan doğasını köpek aracılığıyla eleştiren bu iki enteresan yapıma şans vermenizde fayda var.
KÜNYE / IMDB: 6,9
Yönetmen: Jérôme Boivin
Senaryo: Jacques Audiard, Jérôme Boivin, Ken Greenhall
Oyuncular: Lise Delamare, Jean Mercure, François Driancourt, Jacques Spiesser, Catherine Ferran, Jean-Paul Roussillon, Sabrina Leurquin, Ève Ziberlin
Müzik: Marc Hillman, Patrick Roffé
Görüntü Yönetmeni: Yves Angelo
Kurgu: Marie-Josée Audiard
Ülke: Fransa